Welcome To Our Awesome Magazine WordPress Theme

Her Şeyi, Allah’ın Tecellisi Olduğunu Bilerek Sevmenin Sırrı

Sn. Adnan Oktar’dan Kamuoyuna Duyurudur
Her Şeyi, Allah’ın Tecellisi Olduğunu Bilerek Sevmenin Sırrı

Müvekkil Adnan Oktar, hayatı boyunca özellikle sevgi kavramının üzerinde durmuş ve tek kurtuluşun sevgi olduğu konusunu her fırsatta dile getirmiştir. Halen gerek dilekçelerinde ve kamuoyu duyurularında gerekse hakim önünde verdiği beyanlarda bu konuyu ısrarla dile getirmektedir.

Müvekkilin savunduÄŸu sevgi anlayışı, ÅŸu an dünyada gerçek dindarlığın geliÅŸmesine ve tüm olumsuzlukların ortadan kalkmasına vesile olacak bir anlayış olduÄŸundan, kanaatimiz odur ki, müvekkili susturma çalışmalarının bir diÄŸer sebebi bu konudur. Her ÅŸeyi Allah’ın tecellisi olduÄŸunu bilerek sevmek, insanların genel olarak bilmediÄŸi bir sevgi çeÅŸididir. Müvekkilin üzerinde durduÄŸu husus da tam olarak budur: Åžayet bu sevgi anlaşılır ve yaÅŸanırsa, dünyada öfkelerin, tahammülsüzlüklerin, bencilliklerin, nefretin izi kesin olarak kalmayacaktır.

Müvekkil, günümüzde Allah sevgisi adına geliÅŸtirilmiÅŸ bir sinsilik yöntemine dikkat çekmektedir. Özellikle kendilerini muhafazakar dindar olarak gösteren bir kısım kiÅŸiler, Allah’ı sevdikleri, fakat geri kalan hiçbir ÅŸeyi sevmedikleri iddiasıyla ortaya çıkarak, sinsi bir sevgisizlik çeÅŸidini yaygınlaÅŸtırmaktadırlar. Bu mantıktaki kiÅŸiler, zaten insanların geneline güçlü bir öfke duymakta ve bu öfkeyi hayatlarına sirayet ettirmektedirler. Dahası, bu mantıktaki kiÅŸiler, çoÄŸunlukla, Peygamberimizi, sahabeleri, Kuran’da belirtilen emir sahiplerini de hariç tutmakta ve bu mübarek kiÅŸilerin yollarından gitmeye gerek olmadığını, Allah’ı sevmesinin yeterli olduÄŸunu söyleyebilmektedirler. Peygamberimizin sözlerini de kendilerince yeterli bulmamakta, Müslüman olduklarını iddia ederken Peygamberimizi hayatlarının dışında tutmak istemektedirler.

Müvekkile göre bu, insanları Allah’tan, Peygamberimizden ve İslam dininden soÄŸutan sinsi bir davranıştır. Müvekkile göre Allah, pek çok ayetinde Peygamberin, “Kendisinin yüksek tecellisi” olduÄŸunu belirtmektedir. Müvekkil, bu konuda aÅŸağıdaki ayeti hatırlatmakta ve Allah’ın, Peygambere biat etmeyi Kendisine biat etmek olarak gördüğünü belirtmektedir:

Şüphesiz sana biat edenler, ancak Allah’a biat etmiÅŸlerdir. Allah’ın eli, onların ellerinin üzerindedir. (48/10)

Müvekkile göre dönemin Müslümanları, belki de Peygambere itaat ederek aslında Allah’a itaat ettiklerinin dahi farkında deÄŸillerdi. Onlar Peygamberin izinden gittiklerini, ona biat ederek kurtuluÅŸ bulacaklarını umarlarken, Allah, ayet indirerek, aslında bu itaatin Kendisine itaat olduÄŸunu belirtmektedir.

Aslında bu, sırf Peygamberimize olan biat ile de sınırlı deÄŸildir. Müvekkil, Kuran’da belirtilen emir sahiplerini de hatırlatmaktadır. Allah, onları yetkili kılmış ve onlara itaati de önemli görmüştür. Bu konuda müvekkil, aÅŸağıdaki ayeti hatırlatmaktadır:

Ey iman edenler, Allah’a itaat edin; elçiye itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. (4/59)

Müvekkil, bu konuda önemli bir hususa deÄŸinmektedir. PEYGAMBERLER, ELÇİLER, DİĞER HİÇBİR VARLIK, ALLAH’TAN BAÄžIMSIZ DEĞİLDİRLER. HER BİRİ, ALLAH’IN BİRER TECELLİSİ OLARAK YARATILMIÅžTIR. Allah, peygamberler gibi bazı kullarında kuÅŸkusuz ki daha fazla tecelli eder. Allah, insan için ise, ona Kendi ruhundan üflediÄŸini belirtmektedir. Dolayısıyla müvekkilin izahına göre, HER İNSAN ALLAH’TAN BİR NURDUR. İnsanın yaratılışını ve Ruhundan üflediÄŸini Allah, ayette şöyle açıklamıştır:

Hani Rabbin meleklere: “Gerçekten Ben, çamurdan bir beÅŸer yaratacağım” demiÅŸti.

“Onu bir biçime sokup, ona Ruhum’dan üflediÄŸim zaman siz onun için hemen secdeye kapanın.” (38/71-72)

ALLAH’IN KENDİ RUHUNDAN ÜFLEYEREK, KENDİ TECELLİSİ OLARAK YARATTIÄžI VARLIK, ELBETTE Kİ SEVGİYİ HAK ETMEKTEDİR. Müvekkile göre bu zaten ALLAH’A OLAN SEVGİNİN GÖSTERGESİDİR. ALLAH’IN TECELLİLERİNİ SEVMEYENİN ALLAH’I SEVMESİ DE MÜMKÜN DEĞİLDİR.

Müvekkile göre, peygamberleri, emir sahiplerini ve Allah’ın tecellisi olarak yaratılmış tüm insanları, Allah’tan farklı bir varlık olarak görmek isteyen, bu nedenle onlara yönelik sevgi duyamayan, bu nedenle de peygamberlere veya emir sahiplerine uymayı kabul etmeyen, başında bir itaat merci, bir mürÅŸit istemeyen kiÅŸiler, “sadece Allah’a sevgi” iddiasıyla aslında DERİN BİR SEVGİSİZLİK yaÅŸamaktadırlar. Müvekkil bu kiÅŸilerin, aslında kendi varlığına hayran olan, kendisini insanlara yol gösterici olarak gören ve sadece kendi aklına güvenen kiÅŸiler olduklarını düşünmektedir. Peygamberlere ve tüm diÄŸer insanlara sevgisizlik içinde yaÅŸayan bu tıynetteki kiÅŸilerin de Allah’ı gerçekten sevebileceklerine inanmamaktadır. Keza bu kiÅŸiler, Allah’ın tecellilerini kendilerince beÄŸenmemektedirler.

Müvekkile göre bu tarz insanlar, Allah’ın varlığını inkar eden fikirleri veya akımları, örneÄŸin materyalizmi veya Darwinizm’i ASLA ELEÅžTİRMEZLER. Allah inancı ile mücadele halinde olan ideolojilere karşı hiçbir giriÅŸimde bulunmazlar. Bu akımların varlığı onları rahatsız dahi etmez. Allah adına ortaya çıkarlar ama Allah’ın varlığını anlatma konusunda hiçbir giriÅŸimde bulunmazlar.

Sadece Allah’ı severim, onun dışında yaratılanı sevmem” mantığında olan bu insanlar, insanların geneline karşı öfkeli ve bencil bir tavır içindeyken, kendi aileleri söz konusu olduÄŸunda bir anda koruyucu kesilirler. İhtiyaç sahibi kimselere yardımda bulunmaz ama annesi, babası, kardeÅŸi, çocuÄŸu söz konusu olduÄŸunda akıl almaz bir düşkünlük gösterirler. Bir insanın ailesini koruyup kollaması elbette ki gerekir; burada eleÅŸtirdiÄŸimiz nokta, düşkün olmayı, korumayı, kol-kanat germeyi çok iyi bilen bu kiÅŸilerin, baÅŸkaları söz konusu olduÄŸunda sevgisiz ve ruhsuz davranıyor olmasıdır.

Müvekkile göre bu kişiler yalnızca kendilerini mürşit olarak görürler; onun dışında kendilerine yol gösterecek bir mürşit kabul etmezler.

Oysa müvekkil, Müslümanların, iyiliği emretmek, kötülükten men etmek ile sorumlu tutulduklarını hatırlatmaktadır.

Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır. (3/104)

Bu konuyla ilgili müvekkilin hatırlattığı başka bir ayet ise şöyledir:

Onlar ki, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de (geleceÄŸi) yazılı bulacakları ümmi haber getirici olan elçiye uyarlar; o, onlara marufu (iyiliÄŸi) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz ÅŸeyleri helal, murdar ÅŸeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; iÅŸte kurtuluÅŸa erenler bunlardır. (7/157)

İyiliÄŸi emretmek, kiÅŸinin Kuran’dan doÄŸru olarak gördüğünü insanlara anlatması, insanları doÄŸruya çağırmasıdır. İyiliÄŸi emreden her insan, karşısındaki kiÅŸiyi aslında kendi düşüncesine çağırır ve BU ASLINDA BAÅžLI BAÅžINA BİR MÜRŞİTLİKTİR. İyiliÄŸi tavsiye eden herkes zaten bir mürÅŸit olmuÅŸ olur. MürÅŸit, irÅŸad eden demektir. İrÅŸad etmek ise doÄŸru yola çağırmaktır. Ona uyan bir kiÅŸi, aslında bir nevi o kiÅŸinin müridi olmuÅŸ olur. İyiliÄŸe olan çaÄŸrısına icabet etmiÅŸtir.

Bir mürÅŸide uymayarak, yani karşısındaki insanın iyilik çaÄŸrısına uymayarak kiÅŸi, tek geçerli aklın sadece kendi aklı olduÄŸu iddiasıyla hareket eder. BaÅŸkalarını beÄŸenmemek, kendisini baÅŸkalarından üstün tutmak, bunu yapabilmek için de Allah’ı veya Kuran’ı kendisi için kalkan olarak kullanmak, müvekkile göre, oldukça sakıncalı, sevgisiz bir büyüklenme ÅŸeklidir.

Bu tıynetteki kiÅŸiler, Peygamberimizin vefatından sonra da kendilerini göstermiÅŸ, hatta “mürÅŸide öfke” zihniyetinin vahim sonucu olarak Hz. Ömer’i, Hz. Osman’ı ve Hz. Ali’yi ÅŸehit etmiÅŸlerdir.

Hatta Hz. Ali ve Muaviye arasında, 657 yılında gerçekleÅŸen Sıffin Savaşı sırasında, Muaviye’nin ordusu, savaÅŸta üstünlük Hz. Ali’nin tarafında iken, mürÅŸide uyan Müslümanları kendi taraflarına çekmek amacıyla mızrakların ucuna Kuran sayfaları saplamış ve “Aramızda Allah’ın Kitabı hakem olsun” diyerek, Kuran’ı kullanmışlardır. Bu olay, Müslümanlar arasında büyük kafa karışıklığına neden olmuÅŸ ve savaÅŸ durdurulmuÅŸtur.[1]

Müvekkile göre aslında bu konuda en net örnek, Allah’a iman ettiÄŸini bizzat kabul eden ÅŸeytandır. Allah, ateÅŸten yarattığı ÅŸeytandan, topraktan yarattığı insana secde etmesini istemektedir. Aslında Allah’ın bu isteÄŸi, müvekkile göre, tüm yaratılmışların Allah’a olan sevgilerini gösterebilmeleri içindir. Çünkü insanı da yaratan Allah’tır. Orada yaratılmış olan insan, Allah’tan bağımsız bir varlık deÄŸildir; bilakis O’nun tecellisidir. ALLAH, MELEKLERDEN VE ÅžEYTANDAN, TOPRAKTAN YARATTIÄžI İNSANA SECDE ETMELERİNİ İSTERKEN, ASLINDA ONLARIN, BİZZAT KENDİSİNE YÖNELİK SEVGİLERİNİ GÖRMEK İSTEMEKTEDİR. Bunun farkında olan melekler, Allah’a olan sevgilerinden hemen secde etmiÅŸler; ancak ÅŸeytan direnmiÅŸtir. Müvekkil bu konuda aÅŸağıdaki ayetleri hatırlatmaktadır:

Andolsun, Biz sizi yarattık, sonra size suret (biçim-ÅŸekil) verdik, sonra meleklere: “Adem’e secde edin” dedik. Onlar da İblis’in dışında secde ettiler; o, secde edenlerden olmadı.

(Allah) Dedi: “Sana emrettiÄŸimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?” (İblis) Dedi ki: “Ben ondan hayırlıyım; beni ateÅŸten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.”

(Allah:) “Öyleyse oradan in, orda büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, küçük düşenlerdensin.” (7/11-13)

Müvekkile göre Allah, şeytanın bu itaatsizliğini büyük görmekte, bunu bir büyüklenme olarak tarif etmekte ve onu, küçük düşürülmüş olarak cennetten kovmaktadır. Çünkü Kendi yarattığına yönelik büyüklenmeyi, Kendisine karşı bir eylem olarak görmektedir.

Müvekkilin Allah sevgisine dayalı gerçek sevgi anlayışının üzerinde durmasının asıl sebebi iÅŸte budur. İnsanlar, Allah’ı sevdiklerini iddia ederek bile sevgisizliÄŸi yaymakta, büyüklenebilmekte, dünyada terör estirebilmektedirler. Oysa müvekkile göre Allah’ı sevmenin anlamı, O’nu, tüm yarattıklarıyla birlikte sevmektir. Tüm kainat, Allah’ın bir görüntüsü, bir tecellisi olarak yaratılmıştır; hiçbir ÅŸeyin Allah’tan bağımsız bir varlığı yoktur, olması mümkün deÄŸildir. İnsan, özel bir varlıktır ve Allah insanı, Ruhundan üfleyerek yarattığını belirtmektedir. Özellikle mübarek insanlar, Allah’ın en güçlü tecelli ettiÄŸi kiÅŸilerdir.

Dolayısıyla, tüm varlıkları Allah’tan soyutlayarak, “Allah’ı seviyorum ama baÅŸka hiçbir ÅŸeyi deÄŸil” zihniyeti, bir sevgi biçimi deÄŸil, bir büyüklenme biçimidir. Böyle bir sevgi yaÅŸanabilir sevgi deÄŸildir. Müvekkile göre, Yaratıcının yarattıklarını -haÅŸa- beÄŸenmeyip, sadece O’na sevgi duyduÄŸunu iddia etmek, gerçekçi olmayan bir izahtır. Allah’ı anlamamış, O’nun yarattıklarına öfke duymuÅŸ bir insanın, Allah’a karşı gerçek bir sevgi duyabilmesi de mümkün deÄŸildir.

Gerçek sevgi, tecellinin ne olduÄŸunu anlamakla mümkün olur. Müvekkile göre Allah, Kendi görüntüsünü ve varlığını, yarattıklarında var etmekte, tecelli ettirmektedir. Dolayısıyla, insana herhangi bir insan gibi deÄŸil, Allah’ın tecellisi olarak bakmak, her ÅŸeyiyle Allah’ın kontrolünde olduÄŸunu bilmek, Allah sevgisi ile kiÅŸiyi sevmek, tüm öfkelerin, zıtlıkların, tahammülsüzlüklerin, geçimsizliklerin kapısını kapatacaktır. MÜVEKKİLİN AMACI, YERYÜZÜNE BU SEVGİYİ TANITMAK VE BUNU YAYGINLAÅžTIRMAKTIR. DÜNYA, O ZAMAN BAÅžKA BİR DÜNYAYA DÖNÜŞECEKTİR.

7 yıldır müvekkil ve arkadaşlarına yönelik uygulanan kumpasın mimarları, müvekkilin amacını anlayamamış görünmektedirler. Müvekkil, onların oluşturduğu sevgisizlik, entrika, ihanet dolu dünyayı, sevgi ortamına çevirmek istemektedir.

Müvekkilin üzerinde durduğu bu önemli hususu kamuoyunun takdirine sunar, saygılarımızla bilgilerinize arz ederiz.

 

[1] https://islamansiklopedisi.org.tr/siffin-savasi

Share Post
Written by
No comments

LEAVE A COMMENT